15 Şubat 2012 Çarşamba

Ayna Ayna Söyle Bana

İnsan vücudunda en özel organlardan biri kuşkusuz gözlerdir. Dış dünyaya açılan kapılarımızdır gözlerimiz. Bize etrafımızda olup bitenleri görme olanağı veren gözlerimizle bulunduğumuz ortamda göremeyeceğimiz tek şey ise kendi yüzümüzdür. Bırakın sürekli iletişim halinde olduğumuz insanları, alışveriş yaptığımız marketteki kasiyerin yüzünü bile kendi yüzümüzden daha uzun süre görürüz. Dış görünüşümüzle ilgili kaygılarımızın hat safhda olduğu ergenlik çağını saymazsak, kendi yüzümüzü gördüğümüz sürenin  lavaboda geçirdiğimiz süreden daha uzun olmadığını söyleyebiliriz. Eşimizi, iş arkadaşlarımızı, sokaktaki tanımadığımız insanları görmek için cömertçe kullandığımız görme yeteneğimizi  kendi yüzümüzü görmek için bu kadar sınırlı kullanıyor olmamız, belkide birçok insanın hiç dikkatini çekmemiştir.
İş hayatında dış görünüm, beden dili ve mimikler, konuşmak için her zaman kelimelerden daha aceleci davranır. Karşımızdaki olumlu bir konudan bahsederken, çökmüş omuzlar, özgüvensizce düşmüş gözler ve asık bir surat, algının tam tersi olmasına sebep olur. Profesyonel iş hayatının yolu iletişimden ve kendini iyi ifade etmekten geçer. Verdiğimiz çerçeve bir hezimeti işaret ediyorken, kusursuz bir anlatım kabiliyeti bile aradan sıyrılmakta zorluk çekecektir.
Önemli sunumlarda ne sunduğunuzun yanısıra, nasıl göründüğünüz de sizi endişelendirmelidir. Hazırlamış olduğunuz sunumun içeriğini defalarca kontrol etseniz bile,sizin sunum esnasındaki görünüşünüzün de gözden geçirileceği tam teşkilatlı bir bir prova kadar hiç birşey faydalı olamaz. Bunu yapmanın en kolay yolu bir ayna karşısına geçmektir. Duruşunuz ve yüzünüzdeki ifadenin karşınızdakine ne ifade ettiğini anlamanın tek yolu budur. Aynanın karşısına geçip kendi kendinizle konuşun. Vücudunuzun sizden habersiz, iç dünyanızı sinsice fısıldadığınız görmek sizi şaşırtacaktır. Gün içinde mutlu olduğunuz, endişelendiğiniz, gerildiğiniz ya da üzgün hissettiğiniz zamanlarda aynaya bakın. Özellikle duygu yoğunluğu yaşadığınız bu anlarda, belli etmemeye çalıştığınız duygularınızın aynanın yansıtıcı yüzeyinde cirit atıyor olduğunu farkedeceksiniz.
Ayna egzersizleri ile edinmeye çalışacağınız beceri duygularınızı saklamak olmayacaktır elbette. Bu egzersizlerin size kazandıracağı, karşınızdakine nasıl bir fotoğraf verdiğinizi biliyor olmaktır. Yüzünüze daha sık bakmadığınız sürece, yüzünüzün beyninizdeki görüntüsü lavaboda ellerinizi yıkarkenki ruh halinizin yansıması ile sınırlı kalacaktır. Nasıl göründüğünüzü bilmek en az karşınızdaki kadar sizin de hakkınız. Kendinizi daha sık izleyerek duruş ve yüz ifadesinde birkaç rutuş yapmak size kalmış.
Karşınızdakine farkında olmadığınız görüntünüzü değil, onlara vermek istediğiniz görüntünüzü verin.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Hangi Yol


Tilki ile kedi ormanda sohbet ediyorlarmış. Kendisini diğer hayvanlara göre çok daha akıllı gören tilki, kurnazca övünmeye başlamış.
“Ben çok hile bilirim. Avcılarla köpekler geldiğinde kendimi kurtarmak için yapabileceğim pek çok numaram vardır. Mesela, onları kandırabilirim, ölmüş numarası yapabilirim, bir çalının arkasına saklanabilirim....”
Tilki bildiği hileleri birbiri ardına sıralarken kedi boynunu bükerek lafa girmiş.
“Ben sadece bir tane hile bilirim. O da ağaca tırmanmaktır.”
Kedi sözlerini  bitirdiğinde ormanın derinliklerinden kendilerine doğru hızla yaklaşan avcıların ve köpeklerin sesleri duyulmuş. Kedi hemen ağaca tırmanıp yaprakların arasında saklanmış. Kurnaz tilki ise hangi hilesine başvuracağını düşünmeye başlamış. Fakat o kadar çok hile biliyormuş ki, hangisine başvuracağına bir türlü karar verememiş. Avcılar yetiştiğinde zavallı tilki hala kararsız bir şekilde olduğu yerde duruyormuş. Tırmandığı ağaçtan, aşağıdaki tilkinin çaresizce avcı köpeklerine yem oluşunu izleyen kedi ise, sadece bir tane hile biliyor olduğuna şükretmiş.
Bunaldığımız iş yaşamında çıkışlar ararken alternatiflerimizi düşünmeye başlarız.
“Mevcut işim üzerinde mi ilerlesem, ya da başka bir şirkete mi geçsem, sektör mü değiştirsem, kendi işimi mi kursam, ya da kökünden bu işleri bırakıp bir pastane mi açsam?”
Bir çok alternatif aklımızı kurcalar. Bütün bu alternatiflerimizi beynimizin içinde birbiriyle yarıştırıp dururuz. Adeta birinin gelip bize en doğru yolu göstermesi için bekleriz. Zaman geçtikçe dinamikliğimizi ve hevesimizi kaybettiğimizde çoktan avcılara yakalanmışızdır bile.
Yeni bir otoyol inşaatı nedeniyle, yol kenarındaki lokantası yıkıldığında Colonel Harland Sanders sadece tek birşey biliyordu. İyi bir tavuk tarifi. Yeni bir lokanta açacak parası yoktu. Tek seçeneği, kendisine ortak olabilecek bir lokanta bulmaktı. Ortak olmayı kabul eden lokantayı bulduğunda 1000’ den fazla kapı çalmıştı. Bu lokanta, Sanders’in tarifini uygulayarak dünyanın dört bir yanına Kentucky Fried Chicken lezzetinin ulaşmasını sağladığında Sanders 65 yaşındaydı.
Birçok yol biliyor olmak bazen avantaj gibi görünse de, net karar vermemizde bizi zorlar. Aynı anda birden fazlası için çaba harcadığımızda başarıya ulaşma şansımız düşer. Hevesimizi ve inancımızı kaybederiz.
İşin en çetrefilli kısmı olan karar verme sürecini kolaylaştırmak için elinize kalem kağıt almaktan çekinmeyin. Tüm alternatifleri sıralayın. Sizin için önemli olan kriterlere göre bu alternatifleri puanlandırın. Tüm kriterlerdeki puanları topladığınızda sizin için en doğru karara ulaşacaksınız. Kariyeriniz için para ve zaman harcamadan önce,bunu hangi amaç için yapacağınıza karar vermiş olduğunuzdan emin olun.  Bu kararı vermediğiniz sürece önünüze çıkan fırsatlar siz elinizi uzatana kadar kaçıp gider. Gideceği limanı bilmeyen kaptana hiç bir rüzgarın faydası olmaz.
Doğru fırsat kapınızı çaldığında, yakalamak için hazır olmanız dileğiyle.

10 Şubat 2012 Cuma

Kalifiye Mutsuzlar Ordusu


Son yıllarda profesyonel iş hayatında nereye bakarsak bakalım kaçınılmaz bir şekilde “Kalifiye Mutsuzlar Ordusu” mensuplarıyla karşılaşıyoruz. Tatminsizlik, mutsuzluk ve sürekli şikayet etme alışkanlığı, ruhları öylesine sinsice ele geçirmiş ki, konuştukça mayalanan, mayalandıkça kabaran bir karamsarlık bulutunun heryeri sarmaya başladığını dehşet içinde farkediyoruz. Bu bulutun kendi etrafımızı sardığını farketmemiz ise kuşkusuz çok daha dehşet verici. Nereye gidersek gidelim, gölge gibi peşimizden gelen, evde, işte, dışarda, kalbimize yumruklar indirerek bizi takip eden bir karamsarlık bulutu.
Peki bundan kurtuluş yok mu? Teorik olarak iki yolu var. Birincisi durumu kabullenmek ve elimizdekilerle yetinmek için polyannacılık oynamak. İkincisi ise durumu değiştirmek için kolları sıvamak. Hatrı sayılır bir çoğunluk birinci yolu seçiyor. Teorik olarak önce herşey yolunda. Fakat bir süre sonra, beyninizin derinliklerine atmaya çalıştığınız rahatsızlıklarınız tüm çabalarınıza rağmen yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlıyor. Ardından bir bakıyorsunuz, herşey başlangıç noktasına dönmüş. Aslında teorik olarak problem çözülmüş gibi görünse de pratik olarak kocaman bir problemin sapasağlam yerinde durduğunu görmek hiç de zor olmasa gerek. Sonuç olarak elimizde bir tek çözüm kalıyor. Aksiyona geçmek. Bizi mutsuz eden problemleri tek tek bulmak ve üzerine gitmek.
İşe “neden mutsuzuz” diye sorarak başlamak gerekir. Son yirmi yıldır, artan nüfus ve sanayileşme faaliyetlerinin sonucu olarak Türkiye'de teknik üniversite altyapısı hızlı bir artışa geçti. Yeni üniversiteler ve fakülteler açıldı, kontenjanlar arttırıldı, dil kursları yaygınlaştı, vakıf üniversiteleri e-mba uygulamalarına başladı. Eğitime ve bilgiye ulaşmak daha kolay hale geldi. Bu rüzgar ülkenin teknik personelini önüne katarak pekçok şeyi değiştirdi. Bilgiye ulaşan ve kendisini geliştiren personelin işverenden beklentisi arttı. Sanayiden daha hızlı artan üniversite kontenjanları sayesinde piyasaya ihtiyaç fazlası teknik eleman pompalandı. İş veren, arz fazlasından yararlanarak, işe alacağı personelden beklentilerini yükseltti. Şu anda gelinen manzarada, işverenden beklentisi giderek artan kalifiye elemanlarla, çalışanına sunduğu imkanlarda sürekli kısıntıya giden işverenleri görebiliyoruz. Kalifiye mutsuzlar ordusunun büyük çoğunlukla kurumsal firma çalışalarından oluştuğunu görmek ise şaşırtıcı olmasına rağmen, açıklanamaz değil. Çünkü kurumsal firmada çalışan ile iş veren yüz yüze gelmiyor. Çalışanın kurumda kalıcı olmama ihtimali ne kadar ortadaysa, bağlı olduğun yöneticisinin de kurumda kalıcı olmama ihtimali bir o kadar ortada. Bu durumda elindeki kalifiye elemanı kaybetmemek, yönetici için ölüm kalım meselesi değil. Bunu gören çalışan, girişken ve şanslı ise, iş işten geçmeden harakete geçiyor ve beklentilerini tatmin etmek için tüm çözümleri değerlendiriyor. Kalanlar için ise “Bir tomurcukta sımsıkı kalma riskinin, çiçek açma riskinden çok daha acı verdiği gün*” gelene kadar kalifiye mutsuzlar ordusuna katılmaktan başka seçenek kalmıyor.
Yeni alternatifler değerlendirmek riskli olsa da, hayat tek bir seçeneklele yetinecek kadar cömert değil. Değişimden korkmayın. Yeni bir liman bulmak için bazen ufuk çizgisini gözden kaybetmek gerekir.


*And the day came when the risk to remain tight in a bud was more painful than the risk it took to blossom. Anais Nin

5 Ocak 2011 Çarşamba

Ne kadar profesyonelsiniz?

Profesyonellik birçoğumuzun düşündüğü gibi sadece teknik bilgi ve yeterlilikle sağlanabilecek bir vasıf değildir. Profesyonellik vasfının altını dolduran birçok etken vardır. Duruş, giyinme tarzının işe uygunluğu, iletişim, yüz ifadesi, vücut dilini kullanma.....
Farkında olmadan yaptığınız çok ufak hareketler sizi profesyonellikten uzak gösterebilir. Buna karşın, yerinde ve zamanında yapılan çok küçük akıllı hamleler sizi yöneticinizin gözünde yüceltebilir.
Peki siz ne kadar profesyonelsiniz? Aşağıdaki testi cevaplayarak kendi profesyonelliğiniz hakkında genel bir fikir sahibi olabilirsiniz.
 
1.       Bir toplantıdasınız, sizin karar veremediğiniz bir konuda karar belirtmeniz isteniyor. Yöneticinize sormaya karar verdiniz, fakat zaman kazanmanız gerekiyor. Ne cevap verirsiniz?
a.       Bu konuda benim cevap verme yetkim yok, yöneticimin onayını almalıyım.
b.      Bu konuda kesin bir karar vermeden önce olası riskleri göz önünde bulundurarak tekrar bir değerlendirme yapmak istiyorum.
c.       Ben detayları bilmiyorum. Yöneticimle görüşseniz daha iyi olur.
2.       İş yerinizdeki diğer çalışanlara nasıl hitabedersiniz
a.       Yöneticilerim de dahil olmak üzere benden yaşça büyük olanlara “abi /abla” derim, küçük olanlara ismiyle hitabederim
b.      Yöneticilerime “bey / hanım” diye hitabederim, iş arkadaşlarıma yaşları ne olursa olsun samimiyet derecesine göre “bey / hanım” diye, ya da isimleriyle hitabederim.
c.       Yöneticilerime “bey/hanım” diye hitabederim, iş arkadaşlarıma ise; benden yaşça büyük olanlara “abi /abla” derim, küçük olanlara ismiyle hitabederim
3.       Birisinin elini sıkarken elinizin duruşu nasıl olur?
a.       Elimi avuç içi hafif yukarı bakacak şekilde uzatırım
b.      Elimi avuç içi hafif aşağı bakacak şekilde uzatırım
c.       Elimi tam dik uzatırım.
4.       Bir toplantı yönetiyorsunuz ve katılımcılardan biri sürekli olarak konuyu farklı taraflara çekerek gerginlik yaratıyor. Toplantı süresi bitene kadar karar almanız lazım fakat karşınızdaki kişinin tavırları yüzünden konuyu toparlayamıyorsunuz. Nasıl müdahale edersiniz?
a.       Sıkıntısını anladığımı ve konuyla ilgili en kısa zamanda özel bir toplantı organize edeceğimi söyleyerek yatıştırım. Ama toplantının da karara bağlanması için toplantı konusu hakkında katkılarını beklediğimi  iletirim.
b.      Katılımcıların tepki vermesini  beklerim, toplantıyı ben yönettiğim için benim uyarmam doğru olmaz.
c.       Bütün katılımcılara hitaben, toplantı saati ve konularına sadık kalınması için uyarıda bulunurum.
5.       Acil bir işiniz çıktı ve izin almanız lazım. Yöneticinize konuyu nasıl açıklarsınız.
a.       Ne için izin almak istediğimi tüm detaylarıyla anlatırım. Özel bir konu olsa bile yöneticimle paylaşmam gerekir.
b.      Acil bir işim çıktığını, işimin kaç saat süreceğini ve gün içinde dönüp dönemeyeceğimi  söyleyerek, kendisinden izin isterim.
c.       Acil bir işim olduğunu, eğer önemli bir toplantı vara acil işimi iptal edebileceğimi söyleyerek izin isterim.
6.       Bir toplantıya firma dışından daha önce tanımadığınız misafirleriniz geldi. Toplantıda size kendilerini tanıtarak kartvizitlerini verdiler.
a.       Hepsinin kartvizitlerini alır, cebime koyarım. Kendimi tanıtırım.
b.      Kartvizitlerini masanın üzerine üst üste bırakırım, ve kendi kart vizitimi veririm.
c.       Kartvizitlerini okur, masanın üzerine yan yana koyarım ve kendi kartvizitimi veririm.
7.       İş ortamında genellikle nasıl bir yüz ifadeniz vardır?
a.       Genellikle ciddi dururum, fakat günlük konuşmalar sırasında yüzümde hafif bir gülümseme olur.
b.      Ciddi dururum, nadiren gülümserim, insanların benimle laubali olmasını asla istemem.
c.       Genellikle güleryüzlüyümdür.  İnsanlar beni çok nadir gergin görürler.
8.       İş ile ilgili yazışmalarınızı nasıl sonlandırırsınız?
a.       Çok resmi bir yazışma ise: “Saygılarımla” değilse “Selamlar” diye bitiririm
b.      Bütün yazışmalarımı “İyi çalışmalar” diye bitiririm.
c.       Özel birşey yazmaya gerek yok, İsmimi yazarark bitiririm.
9.       Acil halledilmesi gereken bir iş var ve birisi ile görüşmeniz gerekiyor.
a.       Konuyu telefon ile bildiririm.
b.      Konuyu resmiyet taşıması için e-mail ile bildiririm.
c.       Konuyu e-mail ile bildiririm ve ardından telefon ile arayarak e-mailimi henüz görmemiş olma ihtimaline karşı sözlü olarak da iletirim.
10.   Tamamlamanız gereken bir görev istenilen şekilde sonuçlanmadı. Bu sonuçta sizin dışınızda etkenler var.  Yöneticinize nasıl açıklarsınız.
a.       Görevi tam olarak tamamlayamadık, çünkü diğer bölümlerden gerekli desteği göremedik . Elde ettiğimiz sonuçları bu haliyle raporladım. Yönetimsel olarak desteğe ihtiyacımız var.
b.      Görevle ilgili hep ben çalıştım, kimse üstüne düşen görevi yapmadı. Elde edilen başarı da bana aittir. Diğerleri için elimdeki alternatifleri sundum fakat ilgi göstermediler. Bence yöneticileriyle konuşmak gerekir.
c.       Bizim bölümümüzün yetkisi dahilindeki konuları tamamladık. Diğer birimlerin çalışmaları henüz sonuçlanmadı, kaynak konusunda sıkıntı yaşıyorlar, yönetimsel olarak yönlendirilmeye ihtiyaçları olduğu için sizin fikrinizi almak istedim. Benim düşündüğüm alternatifler raporumdaki gibidir.
Cevaplar
1.       A:1         B:0         C:2
2.       A:0         B:2         C:1
3.       A:0         B:1         C:2
4.       A:2         B:0         C:1
5.       A:0         B:2         C:1
6.       A:0         B:1         C:2
7.       A:2         B:0         C:1
8.       A:2         B:1         C:0
9.       A:1         B:0         C:2
10.   A:1         B:0         C:2
Değerlendirme:
0-7 : Profesyonel duruştan uzaktasınız. Gün içinde yapmış olduğunuz hareketler ve davranışlar, etrafınızdakilerin sizi amatör olarak değerlendirmesine sebep oluyor. Kendinize herkes tarafından taktir edilen bir model seçin, bu modelin davranışlarını gözlemleyin ve siz aynı durumlarda nasıl davranıyorsunuz, bir karşılaştırma yapın. Hatanın nereden kaynaklandığını açıkça göreceksiniz.
8-15: Tam bir amatör sayılmazsınız ama yine de geliştirmeniz gereken davranışlarınız var. Etrafınızdaki başarılı insanları gözlemleyerek kendinize örnekler çıkarabilirsiniz.
15-20: Bir Profesyonelsiniz.

Kırmızıyı Nasıl Bilirdiniz?

-Kırmızıyı nasıl bilirdiniz?
-İyi bilirdik!
-Başka nasıl bilirdiniz?
-Ateş bilirdik, kan bilirdik.
-Başka?
-Domates bilirdik, kiraz bilirdik.
-Peki şimdi nasıl bilirsiniz?
-Vodafone biliriz, Akbank biliriz.
Son zamanlarda bir kırmızı sevdasıdı gidiyor. Önce Vodafone reklamlarında bir “Kırmızı” karakteri çıktı karşımıza. Verilen mesaj “kırmızıyı görünce kaç!” Sonra Akbank da payını aldı kırmızıdan. Onların mesajı ise “kırmızıya koş.” Haliyle kafalar karışıyor, kaçalım mı, koşalım mı?
Şöyle bir etrafa baktım sonra, o kadar kullanılmış ki kırmızı rengi, kaçsak da koşsak da birşey değişmeyecek, yer gök kırmızı olmuş bile çoktan….
Kimler kimler kullanmamış ki kırmızı fonu markalarının arkasında, işte size birkaç kırmızı örneği:
Neden Kırmızı?
Çünkü kırmızı anında dikkat çeken en belirgin renktir. Çünkü kırmızı gücü temsil eder, hırsı, cesareti, heyecanı temsil eder. Kan akışını hızlandırır, canlılık verir, iştah kabartır kırmızı. E daha ne olsun...
Örnekleri  artırmak mümkün. Daha birçok firma kırmızıdaki kerameti görmüş ve ticari kaygıyla kullanıvermiş. Peki şöyle etrafımıza bir bakalım, bir gözden geçirelim gördüğümüz kırmızıları. En çok hangisine yakışmış. Kırmızı en çok hangisinde göstermiş asaletini, en çok hangisine katmış kendini. Cevabı bulmak için çok düşünmeye gerek yok. 621 yıldır rakipsiz bir güzelikte saklıdır kırmızının asaleti.

Kraliçe Olak Zor Zanaat


Kraliçe olmak zor zanaat, hele Svaziland kraliçesi olmak daha da zor.
Son zamanlarda okuduğum en trajikomik haber.13 eşi olan Svaziland Kralının 12. eşi Ülkenin Adalet Bakanı ile bir otelde yakalanmış. Kraliçenin bu kaçamak için onca bakan arasından adalet bakanını seçmiş olması durumu daha da trajikomik hale getiriyor.
Bence cesaretlerinden dolayı Kraliçeyi ve Bakanı tebrik etmek lazım. Ardından ekonomik krizlerin dünyayı kasıp kavurduğu bu dönemde 13 kadınla evlenecek kadar gönlü zengin olan kralı da boş geçmemeli. Ne demişler az veren candan çok veren maldan...

Gerçeklere dönelim şimdi. Svaziland nasıl bir ülke, ne yer ne içer Svazilandlılar.
1968 de Birleşik Krallıktan bağımsızlığını ilan etmiş olan bu  küçük Güney Afrika ülkesi, madem bir krallık olacak, bari kendi kıralımız olsun diyerek Svaziland Kralığını kurmuş.
Yüzölçümü 17.363 km², nüfusu 1.173.900. Yani anlayabileceğimiz şekilde yazarsak, Yüzölçümü İstanbul’un 3 katı, nüfusu ise, İstanbul nüfusunun 1/8’i kadar. Afrikanın dağlık kesimlerinde kurulmuş olan ülkenin ekonomisi Güney Afrika Cumhuriyeti’ne bağlı. Ortalama insan ömrü 32 yıl. Nüfusun %40’ına HIV bulaştığı tahmin ediliyor. Halkın açlık ve fakirlikle boğuştuğu bu ülke şimdiye kadar kimsenin dikkatini çekmezken, Kraliçe ile Bakan arasında geçen bu kaçamak dünya basınını meşgul edecek kadar çok çekti insanların dikkatini.

Peki sonra?

Ülke Mutlak Monarşiyle yönetiliyor. Kral 3.Mswati gücün tek hakimi. Hal böyle olunca acıdım aşıklara doğrusu, ama verilen cezayı okuyunca şaşırdım. Kral bu ihanet karşısında bakanı görevinden almış, Kraliçeyi de ömür boyu Anakraliçe’nin gözetimine vermiş. Burda bakan paçayı kurtarmış gibi görünüyor, kraliçenin akıbeti net değil. Ama yine de daha kötüsü olmadığı için sevindim. Kral vicdanlı çıkmış.


 

Bu ceza beni tarihin derinliklerine, 800 yıl geriye götürdü. Yer Orta Asya, aktörler farklı fakat senaryo aynı. Tarihin gelmiş geçmiş en zalim, gözü pek, acımasız hükümdarı geldi aklıma; Timuçin. Namı diğer Cengiz Han. Cengiz Han cariyelerinden birini bir askerle çadırında yakalar, ceza olarak ne mi yapar? Gitmelerine izin verir.


Çocukluğunda, avladığı balığı çaldığı için, kendi kardeşini öldüren bu adamın, eşinin yapmış olduğu sadakatsizlik karşısında bu kadar affedici olması aklıma başka sorular getirdi. Bizim kültürümüzde bu tip konular en sakin adama bile cinnet geçirtirken,tarihin gelmiş geçmiş en zalim adamlarından Timuçin’i insafa getiren neydi? Bu soruya verilecek iki cevap var. Ya biz namus konusunda çok fevri davranıyoruz, ya da hem Timuçin’in hem de Svaziland Kralı Mswati’nin aklından zoru var. Sizce hangisi…..

17 Aralık 2010 Cuma

İyi bir gözlemci misiniz?

Yoğun iş temposunda aklımızdaki problemlere o kadar odaklanırız ki, etrafımızda olup bitenlerin farkına varmayız. Bazen dalıp gideriz, yanımızda biri seslense dahi duymayız. Bu durum stres yoğunluğuna göre dönem dönem sıklaşabilir. Bazen günlerce süren uyku hali, konsantrasyon ve motivasyon düşüklüğü olarak karşımıza çıkar.
İnsan vucudu kendi içinde çalışan bir mekanizmadır. Dış dünya ile bağlantımızı 5 duyu organımıza gerçekleştiririz. Eğer bu duyularımız körelirse hayat öylece akıp gider. İyi bir gözlemci olmanın önemi de tam burda ortaya çıkıyıor. Gözlemciliğe giden yol 5 duyu organımızdan geçiyor.
Peki duyularımızı açmak ve içinde bulunduğumuz bu uyku halinden kurtulmak için ne yapmalıyız.
 Her sabah sessiz bir oda bulun ve duyularınızı açmak için kendinize zaman ayırın. Gözlerinizi kapatın ve bildiğimiz ortamdan kendinizi tamamen sıyırarak algılarınıza yoğunlaşmaya çalışın. Sırayla bütün duyularınıza tek tek odaklanın. Önce, sadece kulaklarınıza odaklanın. En derinden gelen sesleri bile duymaya çalışın ve bu seslerin ne sesi olduğunu anlamaya çalışın. Anlamadıklarınızı ne sesi olabileceğiniz hayaledin. Hayal kurarken gerçeklere bağlı kalmak zorunda olmadığınızı unutmayın. Bu çalışma sizin sahip olduğunuz işitme kapasitenizin farkına varmanızı sağlayacak. Aslında tahmin edebildiğinizden daha iyi duyabildiğinizi göreceksiniz. Daha sonra koku alma duyunuza odaklanın, havayı derin derin koklayın, kıyafetlerinizdeki parfüm kokusunu, saçınızdaki şampuan kokusunu hayal edin. Hatırlamaya çalışın, odada size yabancı gelen bir koku var mı? Acaba ne kokusu olabilir?
Şimdi sıra tat alma duyunuza geldi, bir önceki gece yediğiniz yemekleri, içtiğiniz kahveyi, ağzınızda kalan dişmacunu tadını hissetmeye çalışın. En sevdiğiniz yemeğin tadını hayal etmeye çalışın.  Sonra dokunma duyunuzu harekete geçirin. Elinizle kıyafetlerinize dokunun, kumaşın dokusunu, kabartmaları hissedin. Artık gözlerinizi açma zamanı geldi. Bulunduğunuz odadaki her şeyi gözlerinizle inceleyin. En ufak ayrıntılarına bile dikkatle bakın. Yılardır aşina olduğunuz bu eşyaların şimdiye kadar farketmediğiniz detaylarına bakın. Halıdaki desenleri, perdenin boyunu, odanın köşelerindeki girinti çıkıntıları inceleyin. Etrafınızda sizi bile hayrete düşürecek detaylar olduğunu ve bunları daha önce hiç farketmediğinizi göreceksiniz. Halıdaki desenlerin detayları, veya kıyafetimin dokusunu bilmek elbette günlük hayatınızda bir işinize yaramayacak. Burada amaç, bulunduğunuz ortamda egzersizler yaparak gözardı ettiğiniz duyularınızı tekrar canlandırmanızdır.
Bu yapmış olduğunuz duyulara odaklanma çalışmasını her sabah tekrarlayın, duyularınızı geliştirmesi açısından farklı odalarda yapmanızda fayda var. Belli bir sure sonra bütün duyularınızı tam anlamıyla hissetmeye başlayacaksınız. Vücudunuzun etrafta olup bitenler karşısında daha duyarlı olduğunu görmek hayattan daha çok keyif almanızı sağlayacaktır şüphesiz.